26 Ağustos 2012 Pazar
Sadece Fenerbahçe..
Bir müddettir can çok çok ciddi derecede sıkkın. Cana tad veren sadece Fenerbahçe'yken acı tatlı, onu kirlettiktne sonra neyleyeyim iyi niyetlide olsa amacınızı?
Takımın ilk 11'ini sayamazdık belki çok küçükken ama sadece severdik. Radyonun başında beklerkenki heyecanımız yoktu hiç bir şeyde, hiç bir yerde.
Bakıyorsun şimdi, Aykut Kocaman'ı, Alex'i, Aziz Yıldırım'ı..
Bu takım sizlerin oyuncağı değil, bizim en kötü zamanında da, zamanımızda da beraber olduğumuz çocukluk sevdamızdı. Ne hakkınız vardı ona dokunmaya.
Ölümüne Fenerbahçeli olsada, kişisel siyasi çekişmelerini Fenerbahçe'ye dokundurabilmelerine izin veren, onu o karanlık odalardan çekip çıkaran taraftarı azarlayan Aziz Yıldırım.. Fenerbahçe'den büyük kimse yoksa, senin bu taraftarı azarlama hakkın nereden geliyor? Sen Fenerbahçe için canını verebilecek kadar cesursunda, o azarladıkların senin kadar cesur değil mi sanıyorsun? Destek çıkıyorsun Aykut Kocaman'a, eyvallahta, bir Zico daha az mı adamdı Aykut Kocaman'dan? Bir Daum kötü bir insan mıydı, Fenerbahçe'yi umursamaz mıydı gerçekten? Onların arkasında Aykut Kocaman'ın yarısı kadar durupta, daha iyi yerlere gelmeyi niye denemedinde şimdi bir hoca uğruna, seni oralara getirenleri azarlayabiliyorsun? Binlerce kişi bir şekilde senin önderliğinde yedi o biber gazılarını, mermileri vs. Koskoca bir hükümeti karşısına aldı resmen. Bir twitin karşılığı bu kadar keskin mi Aziz Yıldırım? Bizde mi böyle olsaydık?
Aykut Hoca.. 2 senedir o kadar çok şey var ki detayla incelenmesi gereken. Herkes o kadar habersiz ki, içeride olan biteni bilse millet, bu takımın burnu boktan çıkmaz. Emre'yi yolladın, adamlık dedik, eyvallah dedik. Futboldan önce değerler var dedik. Peki Aykut Hocam, sen nasıl olurda gelir gelmez ayağının tozuyla adam gibi bir adamın arkasından iş çevirmeye kalkarsında, onu karşına alıp konuşmazsın? Alex'i devredışı bırakmak için Ali Cengiz oyunlarına ihtiyaç mı vardı? Her şeyin bir raconu var be Aykut Kocaman. Fenerbahçe'ye faydalı olmadığımı düşündüğüm an ceketimi alır çıkarım dedin, peki hiç böyle bir hisse kapıldığın an olmadı mı? Şunun için söylüyorum bunu, sen bunu söyledikten sonra hala buradaysan, Alex gibi bir adamı nasıl bir kalemde silebilirsin? Sen yanlış yaptığında sana cezanı veren kimse olmuyor ama Alex bir twit atınca kadro dışı kalıyor? Adalet denen şey bu mudur hocam? Seni ne yapacağız peki? Alex'i ilk geldiğinde bitirmek için söylediklerini, Alex'in başkasından duyduğu şeyleri vs? Merak ettiğim bir konu daha var hocam. Sprint sayılarıymış, bilmem neymiş, istatistiklermiş falanmış filanmış kıymetli olan son zamanlarda. Usain Bolt, Manchester'da top oynamak istiyormuş. Aklını çelsek onun, ne dersin? Stoch'un, Krasic'in bu kadar yedek kulübede beklemesi, atamadığı 2 sprint yüzündense, Dereağzı'nda atletizm antremanı yapan sporcularımız var be hocam. Sende haklısın hocam. Kocaman umutlarımızın sahibisin hocam, Allah'a şükür Alex'siz sisteme geçtikten sonra Cristian gibi takımını sahiplenip, sahada basmadık yer bırakmayan bir oyuncunun başrol oynadığı bir takıma sahip olduğumuz gibi, belkide Avrupa'nın sayılı hücum hatlarından birine sahipken kendi evimizde Antep gibi bir takıma kontra toplarla oynuyoruz ve kalecimiz yıldız oluyor bu maçta. Çok şükür ki seni teknik-taktik sebeplerle asacak birisi değilim, derdim başka. Yoksa bu yazıdan önce yazılması gereken çok şey olurdu..
Alex de Souza.. Efsanesin be adam. Gençlere cebinden verdiğin primler vs. Çok artın var Aziz Yıldırım gibi, Aykut Kocaman gibi ama.. Ama çocuk musun be adam? Gençler oynamıyor diye yakınırken defalarca, ben değil Fenerbahçe önemlidir diye yakınırken defalarca, derdin ne be adam? Sen o yedek kulübesini bırak, tribüne çivi çaksan, heykelin dikilecek, o sahadaki 55 bin kişiyi ağlatarak gideceksin bir gün buradan. Havaalanında insanlar belkide uçağın kalkmaması için havasahasına girip canlarını tehlikeye atacaklar senin için. Zorun ne be güzel kardeşim? Yaşın 20 değil ki.. Profesörsün sen bir de.. Sende mi be Alex.. Sende mi? Aykut Kocaman dünyanın en kötü adamı olsa bile, bunların olacağını bilmiyorum deme sakın be kaptan.. Sakın..
1-2 çiftte taraftarlara sözüm olsun. Önce bahsedeceğim taraftarın tanımını yapayım (Şekiliz ya hh..). Twitter'dan dünyayı gerçekten kurtarabildiğini sanan ve etrafına 3000-5000 takipçi toplayıp kendini peygamber sanan, bi de istemeyen takip etmesin gibisinden egolara sahip güruhlarla birlikte, gösterdikleri azim ve mücadelenin taktirine karşılık, "tribünde aaaaaaaa diye bağırmaktan başka bir halttan anlamayan ama Fenerbahçe'yi kurtardığını zanneden dişi zevzekler"den bahseceğim. Zaten stadın soyunma odasında malzemeci tuvalete girip sıçsa, nasıl olurda malzemeci böyle bir şey yapar diye olay oluyorken, siz kimsizin ya da ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Manipülasyon deniyorda, her boktan çakan kadınlarımız, bunu anlamayacak kadar gerizekalı mıymış? Ne kadar masumca bir olay değil mi? Sokakta çıkıp 1 milyon kadınla röpörtaj yapın, bakın bakalım manipülasyon mu yoksa başka bir şey mi? Twitter'daki o güruha zaten söylenecek söz yok. Yorum yapıp edersin ama hepsi futbol analisti, hepsi tribüncü, hepsi biber gazı yemiş, hepsi cefa çekmiş, hepsinin yönetici tanıdığı var ve hepsi duyumcu pezevenklerin. Bu kadar çok mal insanın yaşadığı bir ülkede, nemalanmayı güzel biliyorlar ama. Geçenlerde muhabbeti geçtiği için Sneijder Fenerbahçe'de yazdım, milletin tapmadığı kaldı bana. Böyle çıkarcı, uyanık insanlar önderlik yaptığı sürece tribün dışında, her şeyi hakediyor bu taraftar. Herkes fenomen, herkes her boku biliyor. Samandıra'da her gün antreman var ve her gün yüzlerce şey yaşanıyor ama kimse bilmemesine rağmen herkes her boka hakimmiş gibi yorum yapıyor. Yazık, koyun sürüsü sadece siyasette değil, futbolda da var malesef..
Şu da var; ıslıkamaya, ağır tepkiler göstermeye filan alışık birisi değilim. Sıcak bakmam ama anlamadığım şey, biz bebek mi yetiştiriyoruz? Dışarıda zaten ortalık karışık, ülke birbirine girmiş. Futbol desen, insanlar yanlış yapsa onlarıda aman eleştirme, ıslıklama, tepki gösterme. Bu amına kodumun dünyasında bana bunun milyarda birisi kadar hassas davranılsa, kölesi olurum o insanların yahu. Gözümüz yok çok şükür, karnımız tok ama milyonlarca euroları kazananlar onlar, en lüks hayatı yaşayan onlar, sürekli destek gören onlar, taraftarı ikiye bölen onlar. Bizler bu dünyaya cefa çekmek, sürekli olarak her şeye pozitif bakmak, yanlışları görsek bile bu insanları pohpolamak için mi geldik? Bu insanlar çocuk ya da bebek mi? Olumlu her şeyin karşılığını alıyorlarken, olumsuz şeylerin her karşılığını biz görmek zorunda mıyız? Aşk acı çekmek midir yoksa zor anında yanında olmak mıdır? Ya da zor her anda yanında olduklarının senin yüzünü kara çıkartması mı....
Ben bıktım artık herkesten, hepsinden, her şeyden. Ben Fenerbahçe'mi istiyorum. Ben bunca senedir hala stada adım atarken yaşadığım heyecanı, maç sonunda, sene sonunda, seneler sonunda yaşamak istiyorum. Ben sadece sevmek istiyorum. Sevgime limon sıkanları tartışmayı değil. Yenen, yenilen, yenildiğinde bile o forma için gerçekten oynayabileceğini hissedebileceğim kişileri istiyorum. Benim Fenerbahçeliliğimi tatmin edecek Fenerbahçeliler istiyorum o mevkilere. Gelenlerin, geldiği gibi gitmesini istiyorum. Kupalar umrumda değil. Dökülecek bir göz yaşı, her şeyden kıymetlidir. Zico'yla çeyrek final oynarkende ağladık, Andre Santos gol attığında da. Birisiyle belki dünyaya haykırdık ama daha değerli olan o muydu gerçekten?
Bu kadar mı imkansız bu kadarı?
13 Mayıs 2012 Pazar
Biz Yine Ölmedik
Herkesten, her şeyden çok inanmıştık. Yalan değil. Sene başından beri böylesine dik durabilmek zaten mucize değil mi? Bir mucize beklemiştik yine. Yine engeller..
Saha içinde olanları anlatmaya gerek yok. Öyle ya da böyle istediklerini aldılar. Aykut Hoca'ymış, hakemmiş, yaptıklarıymış, hepsi boş. Lig boyunca yapılan eyyamları geçtik, Süper Final'de bile niyetler belliydi. Savaşsan ne olacak, oyunu kurgulayanların kurgusu başkayken.. Her neyse..
Maçın özeti, Fenerbahçe taraftarının, maçtan sonra çevik kuvvetin Galatasaray'ı bir çembere alıp orta sahaya getirip, insanları tahrik etmesine rağmen, metanetli ve dik duruşuyla takımını çağırması, duyduğu gurur ve onur duygusunu onlarla paylaşmak istemesiydi. Teknik-taktik o kadar laf edildi ama bu sene bizden başka kim bu kadar direnebilirdi? 3 Temmuz'dan beridir Topuk Yaylası, havaalanı, hastane, adliye, Metris, Çağlayan derken, o kadar çok hafta içi deplasman maçı oynayıp yine takımı yalnız bırakmıyorken, bir sürü amatör şubedeki savaşçılarımızla her zaman beraberken, bu takımla birlikte bu kadar direnebilmek zaten bir mucize değil midir?
İlk defa da bu kadar sakinim. Kaçan şampiyonluğun üzüntüsünü yaşamıyorum. Hiç bir Fenerbahçeli bunu yaşamıyor. En sevmediğimiz takıma gitti diye üzülmemize fırsat bile vermediler çünkü. Bundan daha çok bir sürü uğraşmamız gereken şey var ki..
Olayları bilmeyenler var. Görmek istemeyenler desek sanırım daha doğru olur. Fenerbahçe taraftarı takımını çağırıp, bağrına basacakken, bizimle zoru olanlara karşı. Şampiyon olundu diye bir kişinin ses çıkarmamasına rağmen. Neyin tahriği bu? Takımımızı bağrımıza basmak suçsa, evet onuda biz yaptık. Yine Fenerbahçe diye haykırdık. Bunun karşılığı stadın dört bir yanına biber gazı atmak mıydı?
Telekom'da olanları izliyorum. İnsanları kışkırtan polisler ve bunlara karşılık vermeye çalışan taraftarlar. Tribünler biber gazına boğuluyor. İnsanlar koridorlara kaçıyor. Bu sırada koridora atılan gaz bombalarıyla yaşanan adeta bir can pazarı. Yaşlı amcalar, ufacık çocuklar, çaresiz kadınlar yürüyor önümden. Gözlerin yanmasını geçtim, bir süre sonra nefes almak imkansız hale geliyor. Önümdeki çocuğu ittiriyorum dışarıya doğru, belki canı yanıyor ama nefes alabilsin diye ittiriyorum, abi acıyor diye bağırıyor. Kendimizi dışarı atmamız ne fayda? Dışarıda hava var diye kurtulduk sanıyorken, dışarıda bir gaz bulutu var adeta. Bilenler bilir, Telekom'un iki girişi vardır ve arasında bir geçiş-koridor vardır. Bir köşe buluyoruz kendimize, temiz oksijen alabileceğimiz. Derken, önümüze atılan bir biber gazı daha. Kaçmaya çalışıyoruz, sola doğru koşuyoruz önümüze düşüyor, sağa doğru koşuyoruz bir tane daha.. Sanırım teröristler bile döşenilen mayınlardan kaçarken bu kadar zorlanmıyorlardır. Bir kapı kırılıyor ve okula giriyoruz. Okulda keyif çatan bir grup polis. Onlarada karışmıyor kimse. Herkes canının derdinde. Önümü göremiyorum ama bir tanesini tutuyorum kolundan, çek vur diye. Verilen cevap "estağfurullah". 2 dk burda nefeslenelim derken, burasıda biber gazına boğuluyor. Yine bir kaçış. Okulun bahçesinden çıkıp, sokağa geçiyoruz yine nefes almak için ama ne hacet? Bildiğiniz gibi, biber gazı.
Şunu başka bir yerde okusam, buraya gelmeden yazıyı bırakırdım ama dün orada olanlar bilir ancak bunların acısını. Bizim suçumuz neydi? Olay çıkarmayan taraftara rağmen, hamile bayanların, ufacık çocukların, yaşlı amca ve teyzelerin suçu neydi?
Sokaklar çatışma alanına dönmüş, helikopter tepemizden bizleri gözetliyor. Göremiyoruz ama belkide biber gazı sıkıyor, nitekim Nazlı'ya doğru yürüyüp, sahile inmişken, orada bile biber gazını çok yoğun şekilde hissediyor herkes ve caddeye doğru ilerliyor.
Polislere saldırılmış, arabaları ters çevrilmiş vs. vs. vs. Canlara kasteden polise karşılık, eli kolu bağlı ölümü mü bekleyecekti insanlar? Bu yapılanlar polise saldırı değil, insanların kendi canlarının derdine düşmesidir. Bu taraftar istese o köprü yolunda bekleyen rakip taraftarlara saldıramaz mıydı? Saldırabilirdi pek ala. Derdimiz kupa ve onlar mı peki? Değilse, hiç kimsenin bu olanları bizim üstümüze yıkmaya hakkı yoktur. Yıkmak isteyende buyursun; 3 Temmuz'dan beridir yüklenmediğimiz şey kalmamıştı, bunuda yüklenir bu taraftar.
İnsan sevdiği için canını verir. Dün, önce sahadaki takımımla, sonrasında bu taraftarın cesur yüreğiyle gurur duydum. Bizler bugün kendimizi sakınmadık, yine sakınmayacağız. Bizim elimizden başkanımızı, yöneticilerimizi, futbolcularımızı aldınız ama yüreğimizi alamadınız. Bizim yüreğimiz, silah doğrultan polise karşılık üstümüzdeki formanın armasıdır. Bizim yüreğimiz, gelirken belki de bu olacakların hiçbirini tahmin edemeyen Ziegler'in o armayı benimsemesidir, gözyaşlarıdır. O yüreği alamadınız, alamayacaksınız.
Bugün yine hayattayız ama yarın yine sizin karşınızda, o yürek için, o arma için canımızı vermekten çekinmeyeceğiz..
Not: Buraya bende annemin anneler gününü kutlama notumu düşeyim. Dün boynuma meşale düşüpte yanmasaydım belki bugün ona bugün hediyesini veriyor olacaktım ama once şeye ses çıkarmamasına rağmen, dünkü "yeter" sözü o yanıktan çok daha fazla incitti. Tartışsakta annedir, ne yapalım.. Yine de başımızın tacı.. Bugün değilde, başka bir gün veririz artık hediyesinide.. Anneler günü kutlu olsun..
Düzeltme: Şimdi aklıma geldi. Birinin elinde şişeyle su görmüştüm, yüzüne döküyordu. Hemen yüzümü suyun altına götürdüm. Görmeye başladığımda, suyu dökenin polis olduğunu gördüm daha sonra. Kenara geçtim, soluklanmak için. 2 dakika geçmedi ki, 15-20 metre öteden o polis, yine bizim tarafımıza biber gazı atıyordu. Biber gazı kafa artık hepimizde kafa yaptığı için, anca ayılıpta hatırlayabiliyoruz bazı şeyleri. Teşekkürler Türk Polisi. O döktüğün suyun üzerine tatlı servisi yapar gibi attığın biber gazı için..
Düzeltme: Şimdi aklıma geldi. Birinin elinde şişeyle su görmüştüm, yüzüne döküyordu. Hemen yüzümü suyun altına götürdüm. Görmeye başladığımda, suyu dökenin polis olduğunu gördüm daha sonra. Kenara geçtim, soluklanmak için. 2 dakika geçmedi ki, 15-20 metre öteden o polis, yine bizim tarafımıza biber gazı atıyordu. Biber gazı kafa artık hepimizde kafa yaptığı için, anca ayılıpta hatırlayabiliyoruz bazı şeyleri. Teşekkürler Türk Polisi. O döktüğün suyun üzerine tatlı servisi yapar gibi attığın biber gazı için..
30 Ağustos 2011 Salı
Sen Giderken...
İlk geldiğin günü çok iyi hatırlıyorum.. Havaalanına iner inmez antreman sahasını sorupta antremana çıkmak isteyişini.. O günlerden sevdireceğin belliydi herkese kendini.. Bir şekilde son gün geldi.. Daha doğrusu kirli ellerle getirildi.. Sen o günde çıktın antremana.. Sen o günde giydin Fenerbahçe takımlarını.. Yine çıktın Fenerbahçe tişörtüyle antremandan..
Sana veda etmeye gelmedik biz oraya.. O uçağa yürüyerek ve yalnız değil, omuzlarda taşınarak gitmeyi hakettiğin için gelmiştik..
Hani;
Sana veda etmeye gelmedik biz oraya.. O uçağa yürüyerek ve yalnız değil, omuzlarda taşınarak gitmeyi hakettiğin için gelmiştik..
Hani;
Diyorduk ya biz..Bunun için gelmiştik işte.. Formanın hakkını verenleri yalnız bırakmamak için.. Formanın hakkını verenleri sırtımızda taşımak için..
Sen o giydiğin formayı kutsal saydığın için daha ilk günden beridir rakiplerle formanı değiştirmiyorken, sen sahada terine kanını karıştırıyorken, sen o formaya saygısızlık edenlere haddini bildiriyorken, bizimkisi neydi ki senin yaptıklarının yanında sanki..
O anlarda çok daha iyi anlıyor insan.. Ne kadar çok anı yaşanmış.. Ne kadar çok heyecan yaşanmış.. Oynadığın maçlarda neler yaşamışız.. Bire bir görüşmelerden ne hatıralar kalmış aklımızda..
Kahve içmeye geleceğiz dediğimizde evinin adresini vermen, sakatlığını sorduğumuzda İspanyolca-Türkçe-İngilizce karışımı derdini anlatmaya çalışman..
Yaptı yine giderken yapacağını.. Arkadan bağıran taraftarlar soruyordu Lugano'ya; "Nasıl koydun, geçirdin galatasaray'a?" diye.. Eliyle yaptığı o "geçirdim" işaretiydi onun sahadaki yüreğinin özeti.. O anın resmi, o anın tarifi olabilir mi? Tabi o gün Lugano ayrılacak olmasa, yandaş medya o hareketi ne malzeme yapardı ya kendine.. Neyse, konu o değil zaten..
"Bugüne kadar taraftarlardan herkese imza verip, fotoğraf çekinmeye çalıştım, çünkü bende onlardan biriydim." diyebilecek kadar kibirden uzaktı.. En son söylediği o "Allahaısmarladık" sözüydü bizlere dokunan..
Ronaldo'su, Messi'si iyidir güzeldir, Alex'i efsanedir, kralların bir tanesidir ama giderken hiç kimse gözden yaş damlatamazdı be Tota.. Dayanamayıp o son defa Samet'le, Umut'la vedalaşmanı bir köşede izlemenin tarifini nasıl yapayım peki?
Yabancı 1-2 kişi gelmişti yanıma.. Önce görmedikleri için tanımadılar kim olduğunu.. Söylediğimde ne olduğunu merak ettiler.. Ben bizim nasıl suçlandığımızı, bu adamın bizden nasıl ayrıldığını 2-3 cümleyle anlatmama rağmen onların yüzü bile birden değişti anlattığımdan sonra halimizi görüşlerinden.. Bizlerin hali nicedir, varın anlayın..
Yüreğimiz gitti.. Yüreğimizi kopardılar bizden.. Gol attıktan sonra kimse sen gibi o hırsla sarılmayacak arkadaşlarına.. Kimse sen gibi formayı yırtarcasına tribünlere göstererek, "İşte herşey bunun için!" demeyecek.. Belki çok daha iyi oyunculara sahip olacağız gelecekte ama yerin dolmayacak.. Bazıları, insanlarda ayrı bir yere sahiptirler, iz bırakırlar ya hani.. Öyle işte.. Adamlığın tarifi olmaz.. Sende o vardı işte..
Söyleyecek çok şey var ama kilitleniyor insan.. Ama şu var ki, havaalanında giderken bile bizlere gülen Lugano, bu sefer bu gülüşüyle mutlu etmedi bizi.. Bu senin gülüşün değildi be Tota..
Veda sözleri yazmıyorum, yazmayacağım.. Çünkü geri geleceksin.. Ve o gün seni yine sırtımda taşıyacağım.. Bu sefer Samandıra'ya kadar..!
Ve umutlar.. Büyüklüğü, küçüklüğü değil.. Var olması yeterli..
27 Ağustos 2011 Cumartesi
#2 - Diego Alfredo Lugano Moreno
2006-2007 sezonunun başıydı.. Luciano gibi yürekli bir savaşçının yerine gelmiştin.. Gençliğimizden dolayı futboldan çok anlamasakta, yinede Luciano gibi bu formaya saygısı olan ve bu forma için savaşan bir futbolcunun yerinin nasıl dolacağını konuşuyorduk.. Zira biz dünyanın en iyi futbolcularını değil, bu formaya dünyada en çok değer verecek futbolcuların peşindeydik. Fenerbahçelilik bunu gerektiriyordu.. Böylesini öğrenmiştik biz..
Gençlerbirliği deplasmanında yerimizi almıştık.. Kopma maçlarının yaşandığı sıralardı.. Fenerbahçe'nin yeniden dirilişinin yaşanacağı bir maçtı.. Son dakikalarında sonrasında "Fener gol gol gol, şampiyonluk geliyor!" tezahüratına dönüşecek, "Fener gol gol gol, şampiyonluk gidiyor!" tezahüratları yapılıyordu.. Olmamıştı.. Kıramamıştık şeytanın bacağını ve o maçı 0-0 tamamlamıştık.. Döndükten sonraki ikinci maçındı ve bu maçta da gol yememiştik.. Sen görevini yapmıştın.. Peki önemli olan bu muydu? İyi oynadın diye mi gönlümüzde yer edindin? İyi oynadın diye mi sana efsane diyeceğiz? Tabi ki hayır.. Sen o gün yine isyan ettin.. Sen o gün yine "BİZ" oldun.. Ama bu sefer maç sonrasında;
Sağa sola ismini yazıyorduk-kazıyorduk hep.. Numaranı sıralara yazıyorduk.. Maçlarda savunma oynadığımız zaman seni örnek alıyorduk.. Ve bu blogu açarken verdiğim isim.. O da senden geldi be abi..
Öğrenmiştik ki, 3 senedir peşindeymişiz.. Geldiğinde de Güney Amerika'nın en iyi stoperi senmişsin, en iyi 2. oyuncusu seçilmişsin.. Çok sert oynarmışsın.. O kadar şeyi çabucak öğrenmiştik ama biz senin, formanı kutsal saydığını, o formayı giydikten sonra öğrendik be Diego.. Önce giydiğin 35 numaralı çubukludan, sonra giydiğin efsane 2 numaralı çubukludan..
İlk sezonumuzda Zico ile açtığımız yep yeni bir sayfada pek göze batmayan ama o sayfanın en büyük yıldızıydın.. O efsane galatasaray deplasmanında rakiplerin sahaya attıklarına rağmen, attığın golden sonra o tribüne doğru gitmenle yüreğimiz olmuştun.. Palermo maçında attığın golden sonraki sevincinle, o içinin içine sığmayışıyla yüreğimiz olmuştun sen bizim..
Oynadığın oyunu konuşmaya gerek yoktu.. Çünkü sen oynadığın oyunla değil, sahadaki "biz" oluşunla giriyordun kalbimizin en derinlerine.. Oynadığın üst düzey oyun, işin tuzu biberi, o ruhun bir sonucu oluyordu.. Fenerbahçe artık Avrupa'da bende varım demenin ilk adımlarını atarken, ligdeki kupa ne de çok yakışmıştı senin olduğun yere..
Yaşımız büyüyor, üniversiteye geçiyorduk.. Bize kutsal olarak öğretilen ve asla isim yazdırmadığımız formalarımıza, ismini yazdırmaya başlıyorduk.. Adımımızı attığımız her yere ismini kazıyor, işte bu adam bizim gururumuz, bu adam Fenerbahçe'nin gururu diyebiliyorduk..
Fenerbahçe tarihinin en efsane sezonlarından birisinin baş kahramanının, o sene tüm dünyaya bu takımın yüreğini ispatlayan birinin çaresizce elinden kayıp gitmesini bilirler mi sanırsın sen Tota? Bizim her seferinde, "Bu sefer şansımız yaver gitmeyecek galiba." diye yerimizden zıpladığımızda, içimizi rahatlatandın.. Her yüreğimiz ağzımıza geldiğinde, o rakiplere adım attırmayandın.. Hani o herkesin kıskandığı, hayallerini süsleyen o rakipler var ya.. Sendin onlara adım attırmayan.. Hani o mabed dediğimiz yerde defansa bir duvar ören yürek vardı ya.. O sendin işte.. Sen orada "Ekselansları Lugano" oldun.. Gönlümüzün "Ekselansı"..
Bir destan yazılırken, sen bu destanın en tepesinde olanlardandın..
Öyle ya, destan hep oynanan futbolla yazılmıyor.. Tarihe geçen futbolcularımız efsaneleşirken, hep arkasında iz bırakırlarmış.. Oynadığı futbolun yanında yaptıklarıyla..
Fenerbahçe düşmanları sadece saha dışında değildi.. Saha içinde düşmanlarımızda hiç bitmiyordu.. Futbolcusu, hakemi, teknik direktörü.. Say say, sonu gelmez.. Sen sert oynardın ama can yakmazdın.. Futbol oynardın.. Hırçındın, agresiftin ama haksızlığa karşı böyleydin.. Böyle olmalıydın.. Zira haksızlıklara boyun eğen bir oyuncu, nasıl olurda efsane olabilirdi? Nasıl olurda bizim sahadaki yüreğimiz olurdu?
Hatırlar mısın, yine bir galatasaray maçıydı.. Fenerbahçe düşmanlarının yine boş durmadığı zamanlar.. Fenerbahçe en iyi günlerini yaşarken, yine onu çekemeyenlerin çalıştığı sıralardı.. Seni oyunlarına alet edip, haksız yere atan bir hakeme sitemin vardı, hatırlar mısın Tota? Seni 3-4 kişinin zar-zor zaptettiği o anı hatırlar mısın? O başkaldırışı unutmak ne mümkün be Lugano.. Senelerdir bize sahayı dar etmeyi tek hedef olarak belirlemişlere karşı o gün seni niye zaptedemediler biliyor musun? Çünkü o gün, o deplasmanda, o hakeme yürüyen sen değildin.. Bizdik.. Fenerbahçe'ydi.. Fenerbahçe'nin taraftarıydı..
En keskin şekilde bizim gözümüzdeki değerinin yükseldiği sezondu.. Fenerbahçe'nin tanınmaz halde olduğu, insanların günden güne eridiği, herkese tepki gösterdiği anlarda, sahada o çubukluyu "taşıyabilen" 1-2 tane futbolcudan biriydin.. Herkesin küstüğü, herkesin futbolu terkettiği o sıralarda, yine isyan ettin tüm gidişata.. Kalpleri tekrar tekrar fethettin duruşunla..
Hiç unutmam.. Kocaelispor maçıydı.. Yine futbolcularımızın yuhalandığı, homurdanmaların zirve yaptığı bir maç.. Hani her maç sen bizim yüreğimiz, sesimiz oluyordun ya.. Bu maçta da sen bizim Basri Dirimli'miz olmuştun.. Sen o gün bizim "Mehmetçik"imiz olmuştun.. O gün sen formanı terle değil, kanla ıslatmıştın.. Bilir misin, o anı resimlemeyen kimse olmayınca o kadar çok üzülmüştüm ki.. Benim 102 yıllık kulübümün Mehmetçik'inin o anki halini yakından görememek, o halini görememek o kadar üzmüştü ki beni.. Bulmuştum ama anı.. Çıkarmıştım o videolardan resimleri birer birer.. Kimse bilmez ama ben sana söyleyeyim Diego.. O anın resmini şu an arasan her yerde bulursun ama senin o anını ölümsüzleştiren bendim Tota.. Bilir misin bunu? Yaptığın şeyin kıymeti o kadar büyüktü ki, bunu ölümsüzleştirmek benim olağan olarak zorunlu bir görevimdi.. O isimsiz kişi bendim işte..
Sen ne yaparsan yap, her gün yeni bir düşman çıkıyordu çubukluya.. Her gün yeni bir senaryo, her gün yeni bir tiyatro.. Hep başroldeydin sen.. Hele hele o fırsatçılar yok mu.. Seni millete çirkef diye milletin aklına kazıyıpta üstüne gelen o adiler yok mu.. Boş durmuyorlardı hiç.. Senin o hırsını, kazanma arzunu, takım için ortaya koyduğun yüreği, bu sevdayı kendi içinde kutsal sayışına bile çirkeflik adı veriyorlardı.. Kim bilirdi ki, gelipte senin karnını ısıracak kadar şerefsizleşecek bir adama karşı hakettiği dersi vereceğini? Seni zan altında bırakmaya çalışırlarken, kim bilirdi ki böyle bir olaya karşı bir futbolcunun yüreğinin yeteceğini? Biz biliyorduk Tota.. Senin bir yerlerden çıkacağını biliyorduk..
Bu kadar mutlu giden bir birliktelik, bu kadar çabuk mu bitecekti Diego? Hani gitmeyecektin? Herkes sen gideceksin diye yazıyor.. Hani sen bizim yüreğimizdin? Bak sana "efsanemiz" diyenler bile, senin bizi satacağını söylüyor.. Nerede kaldı adamlık? Nerede kaldı bu kutsallık? Kabul edilir bir şey mi bu Lugano?
Sana iyi şeyleri uygun görmeyenler, sana iyi şeyleri yakıştıramayanlar, yine çamurlarını atıyordu Tota.. Sen ise bir türlü ses çıkartmıyordun.. Çok öncesinde bu formaya sadık kaldığını ispatladığını öğrenmeme rağmen, sen konuşmuyordun.. Kimse bilmiyordu kaldığını.. Sen gitmiştin onlara göre İtalya'ya ama ben biliyordum burada kaldığını..
Çok kişiyle konuşuyorduk.. Herkes sen gideceksin diyordu.. Ben ise geldiğin günden, bugüne kadar yaptığım şeyi yapıyordum yine.. "YALAN!" diyordum.. Kalmalıydın be Tota.. Gidemezdin.. Bu kadar erken veda edemezdin.. Luciano'nun tadı damağımızda kalmışken, sende ağzımıza balını çalıp gidemezdin..
Biliyordum yüreğimiz olmaya devam edeceğini.. Hayır hayır, temenni değildi bu sefer.. Attığın imzayı, direkt olarak sana o imzayı attıranlardan öğrenmiştim.. Biliyor musun, bana o günkü mutluluğu ben hiç unutmadım.. Unutamamda.. Ben belkide heyecanlı şekilde ilk defa birilerini telefonla böyle aramıştım Tota, biliyor musun?
"Bu dünyayı yakarız senin için, şampiyonluk gelince!" dediğimiz sezondu.. Bu kadar iyi başlayan bir sezonun bu kadar kötü gitmesi ne kadarda acıydı değil mi? Peki biz eski Lugano'dan herhangi bir şey kaybetmiş miydik? Bu da soru mu! Böyle bir şeye kim ihtimal verebilir! O kadar iyi başlamıştı ki her şey. Her şey çok iyiydi ama birden kötü gitmeye başlamıştı her şey. Üstüne de sakatlığın eklenince tepe taklak olmuştuk! Peki bu kadar çabuk mu pes edecektik!
Tabi ki etmeyecektik! Sen, biz olduğun için her şeyi bir kenara bırakıp düştün yine yeşil çimlerin yoluna. Profesyonellik diye, başı ağrıdığında bile oynamayan futbolcular varken piyasada, sen sakatlığın geçmeden sahanın yolunu tutmuşsun. Demiştik ya, sen bizim yüreğimizdin! Nasıl izin verirdin bunca şeye! O gün sen eleştirilip, yerin dibine sokulmaya çalışılsan da birileri tarafından, yine transfer haberlerine ismin malzeme olsa da, yaptığın fedakarlığın değerini biz biliyorduk be Diego.. Farkındaydık yaptığının..
Sen yokken tehlike çanları çalıyordu.. Durumu bu sefer tamamen toparlamak için, hazır kıta döndün.. İyi başlamıştı ilk geliş anın ama unutamadım anlardan birisi daha gelip çatmıştı..
O dökülen gözyaşları, transfer olacağın kulübe gidemediğin için miydi? Yoksa 2-3 gün geç yatırılmış paran için miydi? Birileri hep bunu kurcalarken, o dökülen göz yaşlarının sebebini, seni gerçekten bilenlerden başka kim anlayabilir, "hissedebilirdi" ki.. O forma kutsaldı.. Bizim için kutsaldı ama senin içinde böyle olduğunu biz biliyorduk.. Başkasına ne gerek vardı, değil mi Diego?
Zira o göz yaşları öyle bir işledi ki kalbimize.. O lanet son maça kadar tek bir gol bile yemedik.. Tesadüf olamazdı o göz yaşlarından sonra oluşu.. Tesadüf olamazdı o gün o isyan.. Tesadüf olamazdı o, herşeye karşı çıkışın başlangıcı..
Dünya Kupası gelmişti.. Türkiye yoktu ama biz bu Dünya Kupası'nı izlerken niye heyecanlanıyorduk? İlgimizi çekmesede, niye bir takıma odaklanıyorduk? Hadi buna senin cümlenle sana cevap vereyim Diego.. "Uruguay'ın 4 milyonluk nüfusu var ama ben bu Dünya Kupası'na, arkamda 25 milyon Fenerbahçe taraftarının desteğiyle gidiyorum."
Uruguay altın çağını yaşarken, sen onların kaptanıydın.. "El Capitan"dın..
Dünya Kupası bitti, herkes yine kuyunu kazmaya başlamıştı.. Koskoca kupada 2. olan takımın savunmasıydın sen.. Herkesin ilgisini tabi ki çekecektin ama kutsal saydığın çubuklu seni bekliyordu.. Sen sessiz, sakin tatilini yaparken, herkes yine gideceğini sanıyordu.. Biz ise seni tanıyorduk artık "Cesur Yürek".. Senin gitmeyeceğinden adımız gibi emindik.. O kadar teklif gelse de, biz reddetmeden, senin reddedeceğini biliyorduk.. Yanılmadık.. Her zaman olduğu gibi..
Geldik en sonunda, bileğimizin hakkıyla, ligde 17, saha dışında daha fazla takıma karşı, "KANIRTA KANIRTA" kazandığımız şampiyonluğun senesine.. O kadar çok savaştık, o kadar çok dövüştük ki.. Bunu anlatmaya çalışmayacağım, çünkü ne söylesem eksik kalacak ve bu emeğe, bu alın terine saygısızlık olacak.. Söylenebilecek tek şey, sizin sahada her maçta akıttığınız ter, bizim tribünde iç saha-dış saha demeden verdiğimiz emek, dünyada hiç bir şeye değişilmeyecek kadar değerlidir.. Sen, geçmiş 4 senede olduğu gibi bu senede en büyük emeği verdin, yüreğini ortaya koydun.. Bu seneden, sanki işgal kuvvetlerine karşı oynar gibi oynayan Karabük'e attığın golle kazandığımız maçı, Giray'ın seni tutmasına rağmen engelleyememesi ve o golü atarak birilerine taktığın kapağı hiçbir zaman unutmayacağım..
Seni hep hırçın bildiler, hırçın bellediler.. Ama alakası yoktu.. Seni 3-4 defa görmüştüm ve konuşmuştum.. Sahada o gözleriyle, mimikleriyle rakibini korkutan o adam, aslında o kadar sevimliydi, o kadar babacan, o kadar delikanlıydı ki.. Adamdı, adam! Sadece seni görmek istediği gibi gördü herkes, hepsi bu.. Gerçeği görememeleri onların ayıbı oldu, gerçeği görüpte seni sevmek, yüreğimiz bellemek bizim acımız..
Yaptığın yardımları, iyi bir aile babası oluşunu, insanlığını hep kıskandım.. Seni çok sevenlerin sebepleri de belki böyle şeylerdi.. Senin samimiyetin, doğallığın, iyi oluşun.. Sen doğruları yaparken sana çamur atanları takmadan önüne bakışın ve savaşmaya devam edişin.. Bir ara galatasaray ile adının anıldığı sıralarda, senin adına söylenen "Lugano galatasaray'da forma giyecek kadar onursuz birisi değildir." sözüydü seni belkide..
Kimse seni merak edipte hiç iyi yönlerini araştırma zahmetine girmezken, biz senin bizim için her düşüncene hayrandık be Diego.. Bu formayı kutsal sayışını duyduğumuz anda gözlerimizin gururla doluşunu, böyle bir oyuncunun Fenerbahçe sevgisine sahip oluşunun sevincinden başka nasıl açıklayabiliriz?
Paragöz dediler senin için.. Hiç kimse bilmedi arkandan senin üstünden para kazanmaya çalışanları.. Hiç kimse bilmedi yaptığın yardımları.. Hiç kimse bilmedi senin bu ülkede, kendi ülkende ihtiyacı olanlara harcadıklarını..
Biz senin oyunculuğundan önce, adamlığını sevmiştik be Lugano..
Bu yazıda bile o kadar çok eksik şey var ki seninle ilgili anlatamadığım.. Onları da anlatmaya kalksam, heralde bir kitap yazmış olurdum..
Biz büyüklerimizden öyle bir Fenerbahçe terbiyesi aldık ki, o formaya öyle değer verdik ki.. O formanın arkasında hiç isim olmamıştı.. Taa ki, sahadaki bu yüreği görene kadar.. O formaların arkasında yine isim olmayacak.. Yeni bir sen, Fenerbahçe için isyan edecek, savaşacak yeni birileri gelene kadar.. O formayı kutsalı sayacak yeni birileri olana kadar..
Bugün gitmek istemediğini yine biliyorum.. Bu yine bir temenni değil.. Biliyorum ben Tota.. Kimse inanmasın, ben tek kalayım, yine de biliyorum.. Bunu, istemeyerek yaptığını da biliyorum..
Ama en iyi bildiğim şey, seni başka forma altında görmenin üzüntüsünün fazlalığının da kelimelerle anlatılamayacağı.. Ben seni sadece futbolu bırakacağın zaman Sao Paulo forması altında görmeye hazırlamıştım kendini.. Kutsal saydığın değerlerden ötürü.. Başka hiçbir forma altında değil.. Bu ayrılık böyle olmamalıydı..
Sana güle güle de demeyeceğim.. Çünkü biliyorum ki, kalbinin bir tarafı hep bizimle olacak.. Bu birliktelik hiç bitmeyecek..
Biz seni gerçekten sevmiştik..
8 Mart 2011 Salı
Kocaman Umutlarla Birlikte Yeniden Şahlanış
Aslında bu bölümde kelimeler değilde, resimlerin konuşması en mantıklısı. Çünkü gerçekten kelimelere dökülemeyecek duyguları çok güzel anlatıyorlar.
Geçen seneki Gençlerbirliği maçımız. 0-0 sonuçlanmıştı.
Oyuncular iyi oynar, kötü oynar. Doğru sistemler kullanılır ya da oturtulmaya çalışılan sistemler bir türlü oturtulamaz. Bunlar çok derin detaylardır. Konuşmaya kalkılırsa, günlerce tartışılabilir ve sonuçlar elde edilebilir ama o sonuçlardan daha değerli şeyler vardır. Yürek ve saygı gibi. Aykut Kocaman kimseyi getirmedi devre arasında takıma ve aynı sistemle oynamaya devam ediyor. Sizce bu takımda değişen fizik-kondisyon idmanları mıdır? İnceleyelim;
http://www.fenerbahce.org/icerik/haber/22544/
"Bugün buradaki basın toplantımın asıl amacı, Aykut hoca ile ilgili yaptığım açıklamamdır. Dün hocamla görüştüm ve kendisi hakkında yaptığım açıklamadan dolayı özür diledim."
http://www.fenerbahce.org/icerik/haber/22574/
"Bu duruma getiren de biziz, bu durumdan çıkaracak da biziz."
http://www.fenerbahce.org/popdetay.asp?ContentID=22677
"Aykut hocaya herkesin sevgisi var. Öyle hocanın en azından öyle bir insanın böyle şeyleri hak etmediğini düşünüyorum. Sahada bizler O'nun verdiği görevleri yerine getiremeyince başarısız görülüyor. Üzmemiz gereken bir insanı üzüyoruz."
Parçaları birleştirdiğimizde sanırım bugünlerin sebebini çok daha iyi anlayabiliriz. Zaman zaman yanlışlar yapılıyor, göze batan hatalar oluyor ama saygı ve yürek konusundan asla taviz vermiyor bu takım artık. İşte umutlarımızın şahlanışı tam bu noktada başlıyor.
Kızanı olur, çekemeyeni olur, skora bakarak yorum yapanı olur ya da başka şekilde düşüneni olur ama şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, Fenerbahçe için sevinen, Fenerbahçe için üzülen ve futbolcularının sevgisini, saygısını sadece ve sadece bundan sebep kazanmış olan bir teknik direktöre, bizden birine sahibiz.
Az kaldı güneşli günleri görmeye.. Çok az..
Geçen seneki Gençlerbirliği maçımız. 0-0 sonuçlanmıştı.
Bu seneki Gençlerbirliği maçımızdan bir kesitide verelim hemen.
Oyuncular iyi oynar, kötü oynar. Doğru sistemler kullanılır ya da oturtulmaya çalışılan sistemler bir türlü oturtulamaz. Bunlar çok derin detaylardır. Konuşmaya kalkılırsa, günlerce tartışılabilir ve sonuçlar elde edilebilir ama o sonuçlardan daha değerli şeyler vardır. Yürek ve saygı gibi. Aykut Kocaman kimseyi getirmedi devre arasında takıma ve aynı sistemle oynamaya devam ediyor. Sizce bu takımda değişen fizik-kondisyon idmanları mıdır? İnceleyelim;
http://www.fenerbahce.org/icerik/haber/22544/
"Bugün buradaki basın toplantımın asıl amacı, Aykut hoca ile ilgili yaptığım açıklamamdır. Dün hocamla görüştüm ve kendisi hakkında yaptığım açıklamadan dolayı özür diledim."
http://www.fenerbahce.org/icerik/haber/22574/
"Bu duruma getiren de biziz, bu durumdan çıkaracak da biziz."
http://www.fenerbahce.org/popdetay.asp?ContentID=22677
"Aykut hocaya herkesin sevgisi var. Öyle hocanın en azından öyle bir insanın böyle şeyleri hak etmediğini düşünüyorum. Sahada bizler O'nun verdiği görevleri yerine getiremeyince başarısız görülüyor. Üzmemiz gereken bir insanı üzüyoruz."
Parçaları birleştirdiğimizde sanırım bugünlerin sebebini çok daha iyi anlayabiliriz. Zaman zaman yanlışlar yapılıyor, göze batan hatalar oluyor ama saygı ve yürek konusundan asla taviz vermiyor bu takım artık. İşte umutlarımızın şahlanışı tam bu noktada başlıyor.
Kızanı olur, çekemeyeni olur, skora bakarak yorum yapanı olur ya da başka şekilde düşüneni olur ama şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, Fenerbahçe için sevinen, Fenerbahçe için üzülen ve futbolcularının sevgisini, saygısını sadece ve sadece bundan sebep kazanmış olan bir teknik direktöre, bizden birine sahibiz.
Az kaldı güneşli günleri görmeye.. Çok az..
Geri Dönüş..
Elimde olmayan sebeplerden ötürü biraz uzak kalsamda, bundan sonra tekrardan elimden geldiğince farklı analizler yapmaya devam edeceğim. Yazmayı özledim..
13 Eylül 2010 Pazartesi
12 Dev Yürek
Sizler için ne söylesek, ne kadar teşekkür etsek hepsi az kalacak. Buralara kadar inancınızla, yüreğinizle geldiniz. Belki 1 gün daha dinlenebilseydiniz herşey daha farklı olabilirdi ama bu rüya içinde sizlere teşekkürler. Emin olun ki, bugüne kadar o ay-yıldızlı formayı hakkını vererek taşıyan nadir oyunculardansınız. Bu başarınız ve ülkeyi sevince boğuşunuz, hiçbir zaman unutulmayacak. Yaptıklarınızın yanında ne söylesek az kalacak ama bu 70 milyon hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyor;
TEŞEKKÜRLER 12 DEV ADAM!
Kayserispor 2-0 Fenerbahçe
Fenerbahçe kötü gidişe dur diyemedi ve haftayı malubiyetle kapattı. Aykut Kocaman'ın yanlışları vardı, takımın isteksizliği taraftarı çileden çıkarttığı gibi, hakeminde katkılarıyla diğer 17 takım için güzel, bizim için kötü bir hafta geçti. Amacım maçı anlatmak değil, maçla ilgili bazı detayları irdelemek.
Sürekli olarak tanıdıklarımı bir konuda uyarmaktayım ama herkes yine oyun oynarcasına kadrolar kurup, beklentilerle takıma yüklenmeyi görev edinmişçesine bir hava var taraftarda. Uyardığım konu ise takımın hafta içinde yaptığı antremanlar. Bir kadro kurulurken elbette kadro kalitesine bakılır ama hafta içi gösterilen oynama isteğide bir o kadar önemlidir. Şimdi buradan Aykut Kocaman konusuna geçebiliriz yavaşça. Aykut Hoca Santos'u elbette birazda yabancı sınırından dolayı kesiyor ama onu asıl kesiş nedeni, aldığı kilolar ve inanılmaz formsuz oluşuydu. Bunu çok kişi olumlu karşıladı ve doğru olanı buydu. Peki ya diğerleri? Bir Dia, bir Özer bu kadrodaki oyuncuları nasıl kesemez? Ön liberoda Cristian hiç yokları oynarken, en azından koşacak bir Gökay neden bu takımdan kimseyi kesemez?
Şimdi ortada iki ihtimal var. Bu takım 2 pas yapamıyor. Demek ki Aykut Hoca antremanda bu takımı yeterli şekilde çalıştıramıyor. Bu takım normalde tıkır tıkır top oynayabilir ama inanılmaz formsuz bir dönemden geçiyoruz diyelim. O zamanda Aykut Kocaman'ın ilk 11 içinde en az 3-4 tercihi çok yanlıştır. Yani iki ucu pislik bir durum.
Bu konu için ayrı paragraf açmak istedim. Aykut Hoca stoper almadı kadroya diye çok eleştirildi. Tabi ki yaptığı çok yanlış bir olaydı ama Selçuk hiç mi stoper oynamadı bu takımda? Deniz'in oynamadığı mevki kalmadı neredeyse ilk 11'de. Gıkını mı çıkardı? Elinden gelenin hep en iyisini yaptı. Bu konuda Aykut Kocaman'ın Selçuk'a güvenmesi hata mıdır? Ya da stoper oynayıp, oynamayacağını Selçuk'a sormadığını nerden biliyoruzda hemen eleştiriyoruz? Elbette bu tercihi tartışacağız ama geniş bakalım biraz olaylara. Temel futbol bilgisi olan bir futbolcu olsaydı orada, bugün 0-0 beraberlikle dönebilirdik İstanbul'a. Emin olun Stoch'u defansta oynatsak, o hataları yapmazdı çünkü 100x65'lik bir sahada nasıl ve nerede duracağını bilirdi ama takımda 8. sezonunu geçiren Selçuk, hala Lugano'nun önüne gelen topa atlayıp, yenilen gol esnasında Okan'ın tuttuğu adamı tutmaya çalışıp yerini boşaltmaya çalışıyor. Dile kolay, 8 sene. Göbekli bir bakkal amcayı 8 sene Fenerbahçe'de antremana çıkarsak, bir Selçuk kadar olurdu heralde. E peki futbolcu olan Selçuk ise neden en azından nerede duracağını bile bilmiyor? Hadi Selçuk böyle bir oyuncu, maç sonrası biz seni istemiyoruz diyip neden yollanamıyor? Biliyorum basit olmayacağını ve tüm zorluklarını ama 8 sene ümit besleyip, sabrettiğimiz adam yerine alt yapıdan gelecek bir genç kardeşimize neden sabretmeyelim ki?
Aykut Kocaman'ın takımı iyi çalıştıramadığı konusu üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Antremanlarda herkes bilir ki, pas ve şut çalışmaları yapılır. Tabi futbolun biraz daha içinde olanlar, bu pas ve şut çalışmalarının çok şekilde yapıldığını ve çeşitlerinide bilir. Bizim takımımız sahada koordine bir oyun oynamadığı gibi yardımlaşma yönünden çok zayıf durumda. Koskoca dünya devi Barca'daki basit sistem şudur: "Pas at, boşa kaç, pas iste." Bu kadar basit bir olayı antremanda neden yeteri kadar futbolcuların kavramasını sağlayamıyoruz? Sağlayamıyoruz diyorum çünkü bunu yapmıyoruz. Yapamıyoruz değil, yapmıyoruz. Taç atılır, boşa kaçan yok. Mehmet ayağına top alır, boşa kaçan yok. Emre top alır, boşa kaçan yok. Lugano top alıyor, o bile ya Yobo'ya top atıyor, ya da ileri dolduruyor. Böyle bir sistem dünyanın neresinde kaldı? Herkes ileride Niang topu kapsada, Stoch ile birşeyler yapsa diye bekliyor ama mahalle maçına çıkmıyoruz ki biz. Bu pas ve takım içi koordinasyon çalışmaları yapılmadığı sürece, toparlanma sürecimiz uzayacağı gibi, takım daha bir dağınıklaşır ve ilerisi içinde gerçekten bu eksileri silmek çok zor olur.
Bir diğer mesele ise duran top meselesi. Herkes gibi gol atamadığımızdan şikayet etmeyeceğim. Duran top konusuna yeteri kadar antremanlarda çalışmadığımızdan bahsedeceğim. Trabzon maçında Mehmet'in kendi kalemize attığı golü inceleyin, eğer sektirse arkasında 3 tane boş Trabzonlu var. Glowacki'nin attığı golde, yine 3 Trabzonlu 6 pas içinde bomboş. Kayseri maçına geliyorum. Bu maçtada her korner ya da duran top kullanılışında 2-3 kişi mutlaka boş kalıyor. Allah korusun bir sektirsek, karambol filan değil, direk gol olacak. Artık karambol diye bir olay kalmadı çünkü bizim takımda. Maç öncesinde yapılan taktik antremanlarda, bunların yapılması lazım normal şartlar altında. Herkesin oyuncu paylaşması, hiç olmazsa rastgelede olsa boşta olan adamların paylaşılıp tutulması lazım ama takımda tık yok bu konuda. Bu kritik antreman eksikleri bize Avrupa'ya mal oldu, şimdide lige mal olacak. Dikkat, dikkat, dikkat.
Takımın isteksizliğinden kısaca bahsedeceğim çünkü anlatılacak birşey yok. Takım demek ki Aykut Hoca'yı yeterince benimseyemedi ya da Aykut Hoca takımı yeterince benimseyemedi. Daum korkak bir futbol oynatsada, futbolcuları savaşıyordu ama geçen senenin bal yapmayan arısı olan ve futbolunu beğenmesemde mücadelesini en çok beğendiğim futbolcu olan Mehmet Topuz, bu sene yokları oynuyor. Bu aradaki soğukluğu gidermek lazım. Kim, ne yapar artık bilemem ama giderilmesi gerekiyor bu sorunun.
Gelelim hakemlere. Senelerdir Fenerbahçe taraftarı "Kötü oynuyorsak, hakem hataları olsa ne olur." mentalitesi ile kendine yakışanın bu olduğunu söyleyerek kendini kandırmaktadır. Bir takım ne kadar berbat olursa olsun, sonuçta ortaya koyulan bir emek var. Milyonlarca insan, milyonlarca euro harcıyor bu takıma ve kimisi en kötü gününde 40-50 gol yiyebilecekken, biz en kötü günümüzde en kaliteli takımları yenebilecek kapasitedeyiz çünkü buna göre yatırım yaptık. Taktik-teknik tartışılır ama olaya sadece bir futbol taraftarı olarak bakın lütfen. Misal, bugün hakem hatası olmasa, Real Madrid en kötü gününde bizim 2.-3. lig takımlarını yürüyerek yener ama hakem hatası ile 2.-3. lig takımlarının Real'i yendiğini düşünür müsünüz lütfen. Sizce normal bir durum mu bu? İşte bize yapılan hakem hatalarıda aynı durumu ortaya çıkarıyor. Kuddusi Müftüoğlu, Kayserispor'un sert oynamasına izin vermiştir ve bizde aynı sertlikle bu oyuna cevap verecekken bizi engelleyerek resmen takımımızı sindirmiştir. 4 haftadır Niang'ı tutmakla görevli olan defanslardan 1 tane bile kırmızı kart çıkmaması, bu Süper Lig'deki hakemlerin yeterliliğini açıkça gözler önüne sermektedir. Artık dilimizde tüy bitti şu adamların yerine işini daha iyi yapanları bulun diye ama yine söyleyeceğiz, yine fayda etmeyecek. O yüzden hepinizi Allah'a havale ediyorum.
Maçta Stoch, Niang, sonradan giren Dia ve Emre elinden geleni yapmaya çalıştı ama sistemsizlik onların başını yedi. Alex'in ilk yarıda, Dia'nın ikinci yarıda takıma ileri çıkın diye yalvarmaları açıkçası ne halde olduğumuzu gösteriyordu. Yobo fikir verecek kadar kötü ya da iyi bir oyun oynamadı çünkü maç ortadaydı. Takımımızda direnen Lugano, Okan ve hücumda diğer oyunculara nazaran daha aktif olan Caner dışında kötü denecek oyun bile oynayamadık.
Bir paragraf ise Okan'a ayırmazsam, ona çok büyük haksızlık ederim. Onun yarısı kadar istekli olsak, bugün galibiyeti konuşuyor olurduk heralde. Ters kademeleri ve hücumda yaptıklarını anlatmaya gerek bile yok. Bu maç biraz fazla kendine güvenerek, fazla driblinge girsede, 1-2 tanesi dışında hep başarılı oldu ve o 1-2 tane kaptırdığı topuda kaptırır kaptırmaz hemen aldı. Bir kaç pozisyonda müthiş sıyrılmasına ve tehlike oluşturacak olmasına rağmen hakemin gazabına uğrayan Okan, benim için bu maçtada yüksek bir not almıştır. Yalnız Okan'a bir tavsiyemiz olsun, lütfen yerini çok boş bırakma Okan. Zaman geçtikçe ve tecrüben arttıkça kusursuz bir futbolcu olacağına can-ı gönülden inanıyorum.
Uzun lafın kısası, yine olan taraftara oldu. Üzüldü, kahroldu. Umarım Fenerbahçe bu krizi bir an önce Aykut Kocaman ile atlatır. Yoksa gerçekten büyük devrimler çokta uzakta gözükmüyor.
11 Eylül 2010 Cumartesi
TURKEY 2010 - 12 Dev Adam
Onlar için yazılacak herşey çok az ve eksik kalacaktır. Kötü bir hazırlık döneminden sonra grubu namalup tamamlayarak Fransa'nın karşısına çıkan, orada ezici üstünlük sağlayan, sonrasında aynı tarifeyi Slovenya'ya uygulayan 12 Dev Adam. Sizlere sonsuz teşekkürler. Oynadığınız oyunla, gösterdiğiniz mücadeleyle, bizi temsil edişinizle, herşeyin en iyisini hakediyorsunuz. İnşallah önce yarı finalde Sırbistan'ı, sonrasında ise finalde ABD'yi yenerek o kupayı alırsınız ve bize o coşkuyu yaşatırsınız. İnanıyoruz size!
Not: Maçlarımızın çekişmeli geçmeyişinden şikayetçiyim. Hidayet ve Ersan'ı daha fazla seyretmek istiyor Türk halkı. :)
Not: Maçlarımızın çekişmeli geçmeyişinden şikayetçiyim. Hidayet ve Ersan'ı daha fazla seyretmek istiyor Türk halkı. :)
Antalyaspor, Trabzonspor ve Manisaspor maçları..
Antalyaspor karşısına yeni transferlerden sadece Stoch ile çıktık. Lugano'da Dünya Kupası'nda yaşadığı sakatlığı tamamen üzerinden atamasada yinede ilk 11'de başladı. Bu kadar rahat maç beklemiyordu kimse çünkü inanılmaz kötü bir durumdaydık o maça kadar. Forvetimiz yoktu, yeni transferler hala yetişmemişti vs. vs. Öyle bir başlangıç yaptı ki futbolcularımız, resmen mest olduk. 28 dakikada gelen 4 gol ve harika oyun ile iyi mesajlar verdi takımımız. Antalya'nın çok çok kötü gününde olması ve takımın kalitesizliğide buna etki etmişti ama bunun ötesinde, bizim maçı kazanma isteğimiz üst düzeydeydi. 2. devrede maçı rölantiye alıp, skoru korumuş ve maçı kazanmıştık. Bu maçta en önemli şey, Volkan-Mert değişikliydi. Volkan sakatlanmıştı ve Mert oynayacaktı 2. yarıda. Maç içinde yaptığı kritik 2-3 kurtarışla, kendini çok çok iyi şekilde ispatlamıştı genç kaleci ve herkesten tam not almıştı. Volkan'ın veliahtı ben olacağım diye haykırıyordu adeta. Bir diğer dikkat çekilmesi gereken nokta ise 79. dakikada oyuna giren Özer'den sonra oyunu daha ileride rölantiye alışımız ve Özer'in pas trafiğini artırmasıydı. Barcelona'nın en büyük özelliği, basit oynamasıydı. Bu basit oyun nasıl yapılırdı? Amacım küçümsemek değil ama sadece pası verip boşa kaçmaktan oluşan bir sistemdi. Futbolu basit oynamak belkide futbolun en zor öğesi ama bunu dünyada yapan takım sayısı çok ama çok az. Tabi ki o futbollarla eş değer değil ama buna benzer hareketlenmeleri Antalyaspor maçının son dakikalarında gördük ve bunda Özer baş kahramandı. Bu da taraftarımıza ve Aykut Hoca'mıza bir mesaj olsun.
Trabzonspor maçı çok zor geçecekti çünkü çok formdaydılar ve bizde bir o kadar kötüydük. Antalyaspor galibiyeti ne kadar moral versede bizim için yeterli değildi. Volkan'da sakattı zaten. Niang'ı izleme fırsatıda bulacaktık bu maçta. Dia'nın sakatlığı iyileşmemişti ve Trabzon'a götürülmedi. Maç kadrolarını okuduğumuzda herkes çok şaşırmıştı. Alex ve Stoch yoktu ama çift forvet çıkmıştık. Stoch'un olmaması ama çift forvet çıkmamız gibi çelişkiler vardı. Trabzon şansınında yardımıyla, hızlı başladığı maçta 2 gol buldu. Daha sonradan oyunu dengelemeye çalıştık ama bunu tam olarak yapamıyorduk. Lugano ile gelen golümüzün ardından Glowacki'nin bomboş pozisyonda attığı gol canımızı çok sıktı. Sonrasında Semih'in sakatlanmasıyla oyuna giren Stoch, resmen dirilişimize sebep oldu ilk yarı öne geçebilecek kadar pozisyon bulmamıza rağmen maçı 3-2 bitirdik ilk yarıyı. İkinci yarı ise mecburen çok açıklar verdik, Trabzon'da, bizde yüzde yüzlük çok goller kaçırdık ve maç bu sonuçla bitti. İlk 3 şutta 3 gol yiyen Mert'in yapacağı hiçbir şey yoktu ama 2. yarı gerçekten çok kritik kurtarışlara imza atmıştı genç kaleci. Çıkardığı penaltıda bu kritik kurtarışlardan birisiydi. Bu maçla ilgili eleştirilmesi gereken şey ise rakip serbest vuruş kullanırken ceza sahamız içerisindeki oyuncu paylaşımıydı. Mehmet Topuz'un kendi kalesine attığı golde ve Glowacki'nin attığı golde 3 kişi birden bomboş nasıl kaldı, bunu mantık kavrayamıyor. Antremanlarda belli ki yeteri kadar çalışılmamış, çünkü çalışılsa ard arda bu kadar adam boş kalmaz. Çalışılmamışsa bile, bu seviyeye gelmiş oyuncular nasıl o kadar oyuncuyu boş bırakır, bunu anlamak gerçekten güç. Bu konuyu Aykut Kocaman gündemine almıştır umarım ve müdahalesinide yapıyordur sürekli.
Seyircisiz oynama cezamısın son ayağı olan Manisaspor karşısına sakat sakat çıkan genç kaleci Mert, hiç kimsenin beklemediği 17'lik Okan ve kilolarından ötürü formsuz günler geçiren Santos'un yerine sahada olan Caner ile başladık. Bu maçı kaybetsek bile herkes Aykut Kocaman'ı taktir edecekti, çünkü söz verilen devrimin adımları somut olarak atılmaya başlanmıştı. Okan'ın ismi duyulmadan, sıkı bir takipçisi olan ben, resmen gözlerim ışıldayarak izliyordum maçı ve Okan beni utandırmıyordu da. Maçı izlediğim mekanda herkes kim bu, yeni transfer mi muhabbetlerine girerken, göğsüm kabarmıyor desem yalan söylemiş olurum heralde. Manisa'nın çok kuvvetli bir kadrosu yoktu. Bir kaç etkili oyuncusu ile etkili olmaya çalışsada, başarılı olamadılar. Puanımızı aldığımız bir maç olarak görmekte fayda var. Maçın, bizim açımızdan kritik noktalarına değinirsek, ilk olarak Okan'a bakmalıyız. İlk golün kahramanı olan, 3. golde Niang'a çok güzel bir orta açan, sürati ve kritik bazı müdahalelerle ters kademeye giren Okan, maçın kahramanı oldu. Güvenleri boşa çıkarmadığı gibi, yedeği alınsa bile alternatifi olamayacak dediğimiz Gökhan'ın bile belki gözünü korkutmuştur 1-2 sene sonrası için. Bir diğer nokta ise Niang'ın performansıydı. Eleştiriler başlamıştı gol atamamasıyla ilgili olarak ama yeteri kadar beslenmiyordu Niang. Geçen senelerde forvetlerimize çok güzel pozisyonlar hazırlanırken, bu sene Niang bunlardan biraz mahrumdu ama buna rağmen yakaladığı fırsatları çok güzel değerlendirerek, 2 şık gol attı ve derin bir nefes aldırdı bize. Son noktamız ise yine genç kaleci Mert Günok. Bu maçta yine kritik işler yaptı ama bundan daha önemli şeyler var. Bu maça sakat sakat çıktı. Karın kaslarında yırtık olmasına rağmen fedakarlık yaptı ve yine iyi işler yaptı.
Maç yorumlarımızdan sonra söylenecek en önemli şey, umarım Aykut Kocaman devrimi devam eder ve gençlerimizinde yolu açık olsun.
Umarım bu başlangıcın sonu güzel biter.
Trabzonspor maçı çok zor geçecekti çünkü çok formdaydılar ve bizde bir o kadar kötüydük. Antalyaspor galibiyeti ne kadar moral versede bizim için yeterli değildi. Volkan'da sakattı zaten. Niang'ı izleme fırsatıda bulacaktık bu maçta. Dia'nın sakatlığı iyileşmemişti ve Trabzon'a götürülmedi. Maç kadrolarını okuduğumuzda herkes çok şaşırmıştı. Alex ve Stoch yoktu ama çift forvet çıkmıştık. Stoch'un olmaması ama çift forvet çıkmamız gibi çelişkiler vardı. Trabzon şansınında yardımıyla, hızlı başladığı maçta 2 gol buldu. Daha sonradan oyunu dengelemeye çalıştık ama bunu tam olarak yapamıyorduk. Lugano ile gelen golümüzün ardından Glowacki'nin bomboş pozisyonda attığı gol canımızı çok sıktı. Sonrasında Semih'in sakatlanmasıyla oyuna giren Stoch, resmen dirilişimize sebep oldu ilk yarı öne geçebilecek kadar pozisyon bulmamıza rağmen maçı 3-2 bitirdik ilk yarıyı. İkinci yarı ise mecburen çok açıklar verdik, Trabzon'da, bizde yüzde yüzlük çok goller kaçırdık ve maç bu sonuçla bitti. İlk 3 şutta 3 gol yiyen Mert'in yapacağı hiçbir şey yoktu ama 2. yarı gerçekten çok kritik kurtarışlara imza atmıştı genç kaleci. Çıkardığı penaltıda bu kritik kurtarışlardan birisiydi. Bu maçla ilgili eleştirilmesi gereken şey ise rakip serbest vuruş kullanırken ceza sahamız içerisindeki oyuncu paylaşımıydı. Mehmet Topuz'un kendi kalesine attığı golde ve Glowacki'nin attığı golde 3 kişi birden bomboş nasıl kaldı, bunu mantık kavrayamıyor. Antremanlarda belli ki yeteri kadar çalışılmamış, çünkü çalışılsa ard arda bu kadar adam boş kalmaz. Çalışılmamışsa bile, bu seviyeye gelmiş oyuncular nasıl o kadar oyuncuyu boş bırakır, bunu anlamak gerçekten güç. Bu konuyu Aykut Kocaman gündemine almıştır umarım ve müdahalesinide yapıyordur sürekli.
Seyircisiz oynama cezamısın son ayağı olan Manisaspor karşısına sakat sakat çıkan genç kaleci Mert, hiç kimsenin beklemediği 17'lik Okan ve kilolarından ötürü formsuz günler geçiren Santos'un yerine sahada olan Caner ile başladık. Bu maçı kaybetsek bile herkes Aykut Kocaman'ı taktir edecekti, çünkü söz verilen devrimin adımları somut olarak atılmaya başlanmıştı. Okan'ın ismi duyulmadan, sıkı bir takipçisi olan ben, resmen gözlerim ışıldayarak izliyordum maçı ve Okan beni utandırmıyordu da. Maçı izlediğim mekanda herkes kim bu, yeni transfer mi muhabbetlerine girerken, göğsüm kabarmıyor desem yalan söylemiş olurum heralde. Manisa'nın çok kuvvetli bir kadrosu yoktu. Bir kaç etkili oyuncusu ile etkili olmaya çalışsada, başarılı olamadılar. Puanımızı aldığımız bir maç olarak görmekte fayda var. Maçın, bizim açımızdan kritik noktalarına değinirsek, ilk olarak Okan'a bakmalıyız. İlk golün kahramanı olan, 3. golde Niang'a çok güzel bir orta açan, sürati ve kritik bazı müdahalelerle ters kademeye giren Okan, maçın kahramanı oldu. Güvenleri boşa çıkarmadığı gibi, yedeği alınsa bile alternatifi olamayacak dediğimiz Gökhan'ın bile belki gözünü korkutmuştur 1-2 sene sonrası için. Bir diğer nokta ise Niang'ın performansıydı. Eleştiriler başlamıştı gol atamamasıyla ilgili olarak ama yeteri kadar beslenmiyordu Niang. Geçen senelerde forvetlerimize çok güzel pozisyonlar hazırlanırken, bu sene Niang bunlardan biraz mahrumdu ama buna rağmen yakaladığı fırsatları çok güzel değerlendirerek, 2 şık gol attı ve derin bir nefes aldırdı bize. Son noktamız ise yine genç kaleci Mert Günok. Bu maçta yine kritik işler yaptı ama bundan daha önemli şeyler var. Bu maça sakat sakat çıktı. Karın kaslarında yırtık olmasına rağmen fedakarlık yaptı ve yine iyi işler yaptı.
Maç yorumlarımızdan sonra söylenecek en önemli şey, umarım Aykut Kocaman devrimi devam eder ve gençlerimizinde yolu açık olsun.
Umarım bu başlangıcın sonu güzel biter.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)